Kew Bahçeleri (Kew Gardens)
The Royal Botanic Gardens; Kew (Kraliyet Botanik Bahçeleri; Kew) ya da kısa olarak Kew Gardens, Londra’nın güneybatısında bulunan Richmond upon Thames bölgesi ile Kew semti arasındaki bahçeler ve botanik seralardan meydana gelen 120 dönümlük arazinin adıdır.
38 bine yakın farklı bitki türüne ev sahipliği yapan botanik bahçe, dağılım planı olarak Londra’nın tam merkezine yerleştirilmiş bir ormanı andırır. Kimi dünyadan yokolma tehlikesiyle karşı karşıya olan bu bitki türlerinin ve ağaçların arasından ise bahçenin nadide yapıları olan Kew Palace (Kew Sarayı), the Great Pagoda (Büyük Pagoda) ve Viktorya döneminden kalma bazı seralar yükselmektedir.
38 bine yakın farklı bitki türüne ev sahipliği yapan botanik bahçe, dağılım planı olarak Londra’nın tam merkezine yerleştirilmiş bir ormanı andırır. Kimi dünyadan yokolma tehlikesiyle karşı karşıya olan bu bitki türlerinin ve ağaçların arasından ise bahçenin nadide yapıları olan Kew Palace (Kew Sarayı), the Great Pagoda (Büyük Pagoda) ve Viktorya döneminden kalma bazı seralar yükselmektedir.
18. yüzyılda Richmond’ı da içerisine alan bir kraliyet arsası olan Kew’in devasa bir bahçe görünümü alması, Kral III. George’un annesi olan Prenses Augusta’nın bahçe işlerine duyduğu ilgiden kaynaklanmaktadır. Annesinin anısını sonsuza dek yaşatması amacıyla, bahçeyi dönemin tanınmış mimarlarından William Chambers’ın ellerine teslim eden III. George, özellikle egzotik bir hava istediğinin de altını çizmeyi unutmamıştır. Sömürge gemileriyle doğunun zenginliklerini gözlemleme imkanı yakalayan Chambers da, Viktorya döneminin mimarisiyle, aralarında 1762 yılında Çin’de gördüklerinden esinlenerek çizdiği on katlı sekizgen bir pagodanın da bulunduğu Uzakdoğu mimarisini harmanlayarak Kew Gardens’a turistik bir hava kazandırmıştır.
Palm HousePagoda
Bahçenin ‘botanik’ bir kimlik kazanması ise, 19. yüzyılın başında bahçenin bakımını üstlenen İngiliz natüristi ve ‘bitki avcısı’ Sir Joseph Banks’ın, bütün kıtaları gezerek daha önce ülkede hiç görülmemiş olan bitkileri bahçede sergilemesiyle başlamıştır. Yine aynı dönemde, tropikal bitkileri yerleştirmek amacıyla yaz-kış 30 derecenin üzerinde bir ısıda tutulan buharlı Aroid House adlı sera açılmıştır.
1841 yılına gelindiğinde ise Kew Gardens’ın arsası 80 hektarlık bir genişlemeyle kraliyet tarafından halka bağışlanmış ve gösterime açılmıştır. Bahçenin ilk idarecisi Sir William Hooker, başladığı gibi bir dizi düzenlemeye girişmiş, bahçede düzensiz bir şekilde dağılmış olan bitkileri türlerine göre ayırarak bunları sergilemek amacıyla açılması düşünülen Palm House ve Temperate House adı verilen iki seranın inşasına önayak olmuştur. 1844-48 tarihleri arasında tamamlanan ve cam ve demirden oluşan Palm House, Viktorya çağı mimarisinin ülkedeki en güzel örneğidir. Ayrıca bu seranın alt katında -eğer buhara dayanabilirseniz- ziyaret edebileceğiniz temsili bir akvaryum bulunmaktadır. 1860’larda inşa edilen Temperate House ise daha geleneksel bir mimariye sahiptir. Doğada nadir görülen bitkilerin sergilendiği bu seranın en yaşlı sakini 1846 yılında Şile’den tohum olarak gelen palmiye ağacıdır.
Temperate House
1865 yılında idareyi devralan Joseph Hooker ise bahçenin bilimsel araştırmalarını desteklemesi amacıyla Jordell labarotuarını kurmuş ve dönemin tanınmış ressamlarından Marianne North’u 1871-85 yılları arasında yaptığı gezilerde gözlemlediği bitkilerden esinlenerek çizdiği botanik resimleri sergilemesi konusunda desteklemiştir. Kew Gardens sınırları dahilinde bulunan ve 1882 yılında tamamlanan The Marianne North Gallery (Marianne North Galerisi), ressamın 832 resmini barındırmaktadır.
20. yüzyıla gelindiğinde ise, Kew Gardens artık dünyaca tanınmış üç botanik merkezden biri haline gelmiştir. Bahçede bulunan bazı bitki türleri, daha istikrarlı hava şartları ve nemli havadan yararlanmaları amacıyla Sussex’te bulunan yine Kew Gardens’a ait olan Wakehurst Place’e taşınmıştır. 1985 yılında tropikal ve şifalı bitki türlerini sergilemek üzere Prenses Diana tarafından açılan Princess of Wales Conservatory (Galler Prensesi Serası); 1998 yılında Palm House’ın karşısına dünyanın floral yapısının insanoğluna faydalarını sergilemesi amacıyla öğretici bir ‘ekonomik botanik’ kolleksiyonun yer aldığı Museum No.1 ve son olarak 2005 yılında botanik yaşamı çocuklara da sevdirebilmek amacıyla Creepers and Crawlers (Sürünenler ve Tırmananlar) adında bir oyun merkezi açılmıştır.
Princess of Wales Conservatory
Günümüzde Kew Gardens, canınız sıkılmasın diye (ve belirli bir ücret ödemiş olduğunuzun hakkını vermek üzere) arada bir karşınıza çıkan esrarengiz binaların da yer aldığı uçsuz bucaksız bir park görünümündedir. İstediğiniz zaman seraları gezip egzotik bitkiler hakkında bilgi edinebileceğiniz gibi piknik sepetinizi alıp ormanın derinliklerinde kaybolarak doğanın tadını çıkarma imkanı da veren Kew Gardens, çeşitli noktalara yerleştirilmiş olan ve gerektiğinde imdadınıza yetişen kafe ve hediyelik eşya dükkanlarıyla da, bir tam günü gönül rahatlığıyla geçirebileceğiniz şekilde düzenlenmiştir.
Bahsi geçen binaların yanı sıra sadece yazları turistleri ağırlayan Queen Charlotte’s Cottage (Kraliçe Charlotte’un Yazlık Evi); dünyadaki bitkisel yaşamın tarihçesini çıkaran Evolution House (Evrim Evi); kağıdın oluşum evrelerini inceleyen Wood Museum (Tahta Müzesi); hemen girişte sizi karşılayan ve geçmişte kraliyet ailesi veliahtlarına kreş görevinde bulunan kiremit rengi Kew Palace (Kew Sarayı); 20. yüzyılın başında orijinali örnek alınarak yapılan geleneksel Japon evi Minka ve farklı türlerden açelyaların bir daire şeklinde sıralandığı Azalea Garden’ı (Açelya Bahçesi) gitmişken görülmesi gereken yerler arasında sayabiliriz.
Queen Charlotte’s Cottage
Kew Palace(Sarayi)
2003 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Merkezleri arasına giren Kew Gardens’ı eğer zaman kısıtlamanız yoksa ajandanıza eklemenizi tavsiye eder; bahçeden içinizde doğayla haşır neşir olmanın verdiği rahatlamayla ayrılacağınızı yasarsiniz.
Kaynak/Source
Gercekten anlatilalamaz bir yer biz cok begendik umarim birgun yolunuz bu guzellige duserde sizde bu guzelligi doyasiya yasarsiniz.
Ben cok eglendim burada ama en cok eglendigim ve biraz da korktugum yer Rhizotron and Xstrata Treetop Walkway'di.agac kutuklerini andiran kalin uzun demirlerle agaclarin uzerinde yurumek icin yapilmis kopruyu animsatan bir sanat eseri desem yeridir.Baya yuksege cikiyorsunuz kusbakisi Kew Garden'i seyretme imkani sunuyor size,arada hafif sallanmalar olsada insanlarin yogunlugundan bu sizi korkutmasin insa gayet saglam!
Gelelim benim karelere,
Ben bu cicegin ismini unuttum ama kendisine hayran kaldim katran gibi simsiyah suyun icinde prenses gibiydi.
Tavus kusumuz bir turlu acmadi o guzel tuglerini :)
Ooooffffff!Yukaridaki guzel dusleri, kelebekleri seraya girer girmez gorunce cildiracaktim nerdeyse iste cek cekebildigin kadar Fatma dedim.Bu yaramazlar beni cok ugrastirdi yordu onlari karelemek icin oradan oraya kostum,hopladim, zipladim beni goren Ingilizlerde basladi benim gibi ziplamaya:)) resmen cocukluga donmustum geri.Cok gayret ettim iyi pozlar yakalayim diye,ama nafile cok nazli ve cingozler tam cektim diyorum.Puuff, ucuveriyorlar ben acemi halimle bu kadar kareleyebildim bir profesyonel olsaydi eminim muthis kareler elde ederdi.
Buda benden size,sizleri cok seviyorum.
Saygi ve sevgilerimle,
Fatma
canımmm verdiğin bilgiler ve güzel resimler için çok teşekkürler.gidemesekte resimlerden görmek,tanımak en azından benim gibi farklı kültürlere ve ingiliz,fransız kültürü,dekorasyonu aşığı insanlar için harika olmuş.ellerine,yüreğine saglık canım.sevgiler..
YanıtlaSilRica ederim ne demek canim benim icin cok buyuk bir zevk sevgileirmle.
YanıtlaSil